Tarihsel Özdekçilik.


Results for "Tarihsel Özdekçilik."

Philosophical Dictionary

Tarihsel Özdekçilik.

(Philosophical Dictionary) :
(Os. Tarihî maddecilik, Fr. Materialisme historique). Toplumsal gelişmenin özdeksel temele dayandığını tanıtlayan Marx'ın öğretisi... Alman düşünürü Karl Marx (1818-1883), tarihi diyalektik yöntemle inceleyerek, toplusla gelişmenin özdeksel temele dayandığını meydana çıkarmıştır. Marx'a gelinceye kadar tarih, metafizik ve bireycvi açılardan ruhsal bir temele dayandırılarak açıklanmaya çalışılıyordu. Bu açılara göre tarih ya tanrı işi, ya tanrısal-doğasal bir planın gerçekleşmesi, ya evrensel ruhun güdümü, ya da üstün insanların düşüncelerinin ürünüdür. Bu çeşitli deyimlerin tümü, nesnel ya da öznel bir ruhçuluğu dilegetirmekteydiler. Onlara göre toplumsal gelişmenin nedeni tek sözle ruhsal bir etkiydi. Buysa pratikle doğrulanamayan bir varsayımdı. Metafizik görüş açık ve kesin bir ruhçuluğa, bireyci görüş gizli ve dolaylı bir ruhçuluğa dayanıyordu. Metafiziğe göre savaşları tanrı yaptırıyordu, bu düzeyde insanların kaderlerine boyun eğmekten başka yapabilecekleri hiç bir şey yoktu. Bireyciliğe göre savaşları birey (üstün kişi ya da üstün düşünce) yaptırıyordu, bu durumda da insan topluluklarının kaderlerine boyun eğmekten başka yapabilecekleri hiç bir şey yoktu. Her iki karşılık da kolay ve rahat, tarihsel olayların kendilikleri (mahiyet) incelenmeden varilmiş karşılıklardı. Metafizik ve bireyci öğretiler tarihsel olayların kendiliklerini inceleyemezlerdi, çünkü onlara göre kendililikleri bilinemezdi. Metafizik ve bireyci anlayışa göre kendilik ruh'tur ve ruh yapı olarak bilinemez bir şeydir. İşte özdekçilik bu temel görüşte ağırlığını koymakta ve tarihi de bu temel görüşe uygun olarak çözümlemektedir: Kendilik özdek (madde)tir ve özdek yapı olarak bilinebilir bir şeydir... Tarihsel özdekçiliğe göre tarihsel olayların ya da eşdeyişle toplumsal gelişmenin nedeni özdeksel bir nedendir; tarihi tanrı (metafizik düşünce) ya da üstün insan (bireyci düşünce) değil, insanlar (toplum) yapar. İnsanların düşüncelerinin (fikir) altında sınıflar ve sınıf çatışmaları yatmaktadır. "İnsanlar yaşayacak durumda olmalıdırlar ki tarih yapabilsinler". Yaşayacak durumda olmak demek; yemek, içmek, giyinmek, barınmak için ekonomik eylemde bulunmak demektir. Düşünceleri meydana getiren bu ekonomik eylemlerdir. Çiftçi, çiftçiçe düşündüğünden çiftçi olmuş değildir; çiftçi olduğu için çiftçi gibi düşünmektedir. Ama bu tarihsel zorunluk hiç bir zaman bireyin (fert, kişi) etkinliğini engelleyemez. Çiftçi, çiftçi gibi düşünmek zorundadır ama çiftçi gibi düşünerek içinde yaşadığı ortam ve koşulları etkiler ve değiştirir. Eğer böyle olmasaydı diyalektik düşüncenin vardığı sonuç da, metafizik ve bireyci düşüncelerin vardıkları sonuçlar gibi, kör bir kadercilikten başka bir şey olmazdı. Tarihsel özdekçiliğin açıklanmasında genellikle yanlış anlaşılan bu nokta çok önemlidir. Diyalektik anlayış, bu karşılıklı etki (karşılıklı eylem, interaction) anlayışıdır. Doğasal ve toplumsal bütün fenomenler hem etkilenir hem etkiler. Doğasal gelişmenin belli bir noktasında insan ve bilinç oluşmuştur. artık bilinçli insan da doğasal diyalektiğe katılmış ve kendi tarihini bizzat kendisi yapmaya başlamış bulunmaktadır. bilinçli insan, kendisini değiştiren ve oluşturan koşulları, karşı etkisiyle değiştirmekte ve oluşturmaktadır. Toplumsal bilinç biçimleri üretim ilişkilerine bağlıdırlar ama bir yanda da o üretim ilişkilerini etkilemkete ve değiştirmektedirler. Üretim ilişkileri altyapıdır; üstyapıyı meydana getiren siyasal, dinsel, kültürel bütün değerler altyapıca belirlenir. Ama üstyapı da, altyapıyı belirler ve değiştirir. Bu oluşma, neden-sonuç zincirinde sıralanan mekanik bir oluşma değil, karşılıklı etkiyi kapsayan diyalektik bir oluşmadır. İnsanların tarihi de aynı diyalektik oluşun içindedir ve karşılıklı etkilerin çatışmasıyle gelişmektedir. Tarihte büyük adamların ortaya çıkışı da bu tarihsel gerekirciliğin (tarihî determinizm) zorunluğudur. onları meydana çıkaran, onlara karşı duyulan toplumsal gereksinmedir. Tarihte, ne zaman bir lider gereksinmişse o lider hemen bulunmuştur. Her sınıf liderini kendi toplumsal yapısından çıkarmış ve kendi yapısına uygun bir biçimde belirlemiştir. Büyük adamın ya da liderin rolü, kendi toplumunun koşullarının gerektirdiği doğrultuda belirmiştir. Tarihin gözlenmesi ve incelenmesi bu savı doğrulamakta ve yasalaştırmaktadır. Kişi, toplumsal koşuların gerektirdiği zaman ve gerektirdiği biçimde Sezarlaşır. Sezarlaşınca da Sezar gibi düşünmeye başlar ve Sezarca etkiler. Metafiziğin ileri sürdüğü gibi Sezarca düşünce gökten inmiş ya da kendi kendine oluşmuş değildir. Sezarca düşünce, Sezarlığı gerektiren koşulların ürünüdür... Tarihsel özdekçilik, sosyal evrimin genel yasalarının bilimidir. Tarih, özdekçi diyalektik incelemeyle bilimselleşmiş ve olağanlıklar yığını ya da kader çizgisi olmaktan kurtularak geçerli yasa'lara kavuşmuştur. Bu yasalar şunlardır: Toplumun temeli, üretim biçimidir (üretim biçimi, insanları yaşamak için gereksedikleri bütün şeyleri elde etme biçimidir). İnsanların çeşitli değer ölçülerini kapsayan üsmtyapı, bu temelce belirlenir (insan, bu temel belirlenişle belli bir kültüre, ideolojiye, psikolojiye varır). Belli bir doğrultudaki toplumsal gelişme, üretim ilişkilerinin üretim güçlerine uygunluğu sırasınca ve süresince mümkündür, üretim ilişkileri üretim güçlerine köstek olmaya başladıkları zaman değişme (transformasyon) zorunludur. Üretim biçimi, insanlar arasındaki üretim ilişkileriyle üretim güçlerinin (üretim güçleri; insan, toprak, hammaddeleri, nakine, alet, edinilmiş bilgiler ve benzerleridir) birbirlerine olan karşılıklı etkileriyle belirlenir. Bu karşılıklı etkiler birbirlerini kösteyleyebilirler (örneğin köleci üretim biçiminde fazla üretim, yeni ve pahalı aletler meydana getirdi, ökle sahipleri bu pahalı aletleri işin sonucuna hiç bir ilgi duymayan kölelerin ellerine veremez oldular, üretim ilişkisi üretim gücünü köstekledi ve köleci üretim biçimi zorunlu olarak feodal lüretim biçimine dönüştü). Toplumsal yasalar, insan bilincinden bağımsız bir tarihsel zorunluğa bağlıdır; ancak bu tarihsel zorunluk insanların eylemlerinden doğan bir zorunluktur, insan etkisinden bağımsız bir zorunluk değildir. Daha açık bir deyişle örneğin köleci üretim biçiminden feodal üretim biçimine geçiş, geceden sonra gündüzün oluşu gibi insan dışı bir olgu değil, insan eyleminin meydana getirdiği bir olgudur. Pek açıktır ki insan olmasa toplumsal olay olmaz, toplumsal olay olmayınca toplumsal yasa belirmezdi. Yasalarıyle birlikte toplumsallık ya da tarih, bizatihi insancalık demektir... İnsanların tarihi, temel belirleyici açısından bakılınca, şöyle sıralanmaktadır: İlkel toplum (üretim biçimi kolektiftir ve özel mülkiyet yoktur), köleci toplum (üretim ana karakter olarak köleler üstündeki özel mülkiyetle biçimlenmiştir), feodal toplum (üretim ana karakter olarak toprak küstündeki özel mülkiyetle biçimlenmiştir), anamalcı toplum (üretim ana karakter olarak üretim araçları üstündeki özel mülkiyetle biçimlenmiştir), toplumcu toplum (üretim, üretim araçlarının kolektifleştirilmesiyle biçimlenmiştir)... Bu sıralama, Batı uygarlığının evrim çizgisini verir. Yunan mucizesi adı verilen üretim biçiminden yola çıkan bu evrim çizgileri, tarihsel bir zorunluk olarak, anamalcı bir düzeye ulaşmıştır. Temelinde kolektif bir üretim biçimi yattığı için sonunda, daha üstün bir düzeyde olmak üzere, gene kolektif bir üretim biçimine varacaktır. Her aşama, insanlar arasındaki üretim ilişkilerini üretim güçlerine destek olacak biçimde düzenlemek için gerçekleşmiştir. Ne var ki, gene her aşamada, önce üretim güçlerinin geliştiricisi durumuna geçen üretim ilişkileri, bir süre sonra üretim güçlerinin köstekleyicisi durumuna dönüşmüş ve bir üst aşamaya dönüşmeyi zorunlu kılmıştır. Her toplum bu aşamalardan geçmiş ya da geçecek midir? Bu soru, tarihsel diyalektik açısından kesin olarak şu karşılığı alır: Hayır. Ortam ve koşullara göre çeşitlenen sayısız evrim çizgileri vardır. Bu evrim çizgilerinden, yukarda sıralanan aşamaları gerçekleştiren biri, önce eski Yunan'da, sonra Roma'da özel mülkiyetle mal üretimini bir arada bulunmak üzere gerçekleştirmiştir. Eski Yunanlıların açtığı bu evrim çizgisi belli aşamalardan geçerek mülklülükle mülksüzlüğü en aşırı biçimde uçlaştıran sanayi anamalcılığına dönüşmüştür. Toplumcu üretim biçimine imkân hazırlayan evrim çizgisi, sadece eski Yunan'ın yön verdiği bu çizgidir. Yoksa her evrim çizgisi böylesine aşamalardan geçecek değildir. Ne var ki bu evrim çizgisi, pek uygun iç çelişmesi gereği hızla gelişerek hemen bütün dünyayı kaplamış ve öteki evrim çizgilerini kendi evrimiyle bağımlı kılmıştır. Bu çizgi, sınıflı toplumu, hem kendisince meydana getirilen anamalcı toplumca hem de başka evrim çizgilerinde bulunduklarından ötürü bu aşamalar çizgisinin dışında bulunan toplumlarca, aşabilmek şartlarını hazırladığı ve "kendi özel akışı içinde evrensel bir sonuca vardığı" için tipiktir. Bu çizgi, bir dünya piyasasının kuruluşunu sağlamış ve az gelişmiş toplumların özel ortam ve koşullarını gelişmiş anamalcı toplumların ortam ve koşullarıyle bağımlı kılarak onların evrimlerini kendi evrimiyle şartlandırmıştır. "Kapitalist üretimin çağdaşlığı, tarım topluluklarına, bu topluluklardaki emeği geniş çapta organize edecek maddî şartları hazır bir halde sunmaktadır. Tarım toplulukları, kapitalist sistemin getirdiği olumlu yanı kapitalist sistemin çektiklerini çekmeksizin alıp kendilerine mal edebilirler. Böylece, parça parça yapılan tarımdan kombine makine tarımına geçebelir ve bugünkü biçimleri içinde normal bir duruma geldikten sonra modern toplumun yöneldiği ekonomik sistemin dolaysız hareket noktası haline gelip, modern toplumun intiharıyle işe başlamaksızın, deri değiştirebilirler". Karl Marx'ın bu sözleri, bu konuda ve özellikle Asya tipi üretim biçimi üstünde yapılan bütün tartışmaları ve yanlış anlayışları çözümleyecek açıklıktadır... Tarihin, ana çizgileri içinde, bu sıralanaşı toplumun ekonomik koşullarla lbirlikte değiştiğini göstermektedir. İnsanların tarihsel eylemlerinin temelinde ekonomik kouşlların doğurduğu sınıflar ve sınıf çatışmaları yatmaktadır. Tarihi açıklayan, insanlar arasındaki bu sınıf çatışmalarıdır. Tarihsel özdekçiliğin açıklanışında yanlış anlaşılan noktalardan biri de sosyalist toplumun gerçekleşmesiyle evrimin son bulacağı ya da bütün çatışmaların sona ereceği sanısıdır. Sosyalist toplumda uzlaştırılamaz (antagonist) sınıf karşıtlıkları son bulacaktır ama toplumsal evrimin genel yasası olan çatışma devam edecektir. örneğin üretimle tüketim arasında, üretimin çeşitli kolları arasında, üretici güçlerin gelişme yolları üstüne dikilen çeşitli engeller arasında sayısız karşıtlıklar çatışacaklar ve to4plumsal evrimi sürdüreceklerdir... Tarihsel özdekçilik, Merksçı felsefenin eytişimsel özdekçilik'e temel olan ve onunla bağımlı bulunan bölümüdür. Toplumsal olayların gerçek nedenlerini açıklamak ve ideolojik olayları bu nedenlerle bağımlı kılmakla yeni ve açık bir dünya görüşü getirmiştir. Doğa ve toplum bütünlüğü bu dünya görüşünün başlıca niteliğidir. Toplumun da, doğa, gibi kendine özgü nesnel yasalarla geliştiği ve bu yasaların da, doğa yasaları gibi, zorunlu bulunduğu tarihsel özdekçilikle meydana konmuştur. Bu yasaların işleyişinde nesnel etmenle öznel etmenin kopmaz bağımlılığı gün ışığına çıkmıştır ki bu ancak diyalektik bir anlayışla kavranabilirdi. bkz. Eytişimsel Özdekçilik, Marksçılık, Eytişim Yöntemi, Toplumculuk, Özgürlük, Zorunluk, Kuram ve Kılgı, Anamalcılık, Tekelci Anamalcılık, Anamalın Organik Bileşimi, Artık-Değer, Emek.